Önümüzdeki 3 gün aynı şekilde geçti. Her sabah 7 de uyandım. Sessizce – kimseye görünmeden – evden çıkıp 8.30’a kadar koştum. Eve gelip duşumu aldım. Elimden geldiğince odamdan ve evin bulunduğu kattan uzak durdum. Yalnız kalmam gereken her an Josephine ile beraber oldum. Olanları anlattım. Önce bana saçma nasihatler vermeye çalıştı. Onun sözleriyle avunmadığımı, gerçekten bu işten canım yandığını anladığında konuşmaya son verdi. 3 gündür onun adı ve konusu aramızda geçmiyordu.
4. gün yine 7de uyandım. iPod’umun sesini sonuna kadar açıp kulaklıkları taktım. Koşu ayakkabılarımı ve eşofmanlarımı giyip evden çıktım. Merdivenlerin başına geldiğinde biri kolumdan sertçe tuttu. Kulaklıkları çıkartıp arkama sinirle döndüm. “ Hey, ne isti…” Cümlemi tamamlayamamıştım. Karşımda oldukça endişeli bir surat ifadesiyle duruyordu. Onu öyle görünce 3 gündür içimde kopan tüm fırtınalar hiç yaşanmamış gibiydi. Ama ona karşı eskisi gibi duygular hissetmemeliydim. Bu… tamamen yanlıştı. O bana ait değildi. Çoktan onu sahiplenen biri olmuştu…
“ Özür dilerim. Kaba davranmak istememiştim. 3 gündür ortalarda yoksun. Perdelerin sıkı sıkıya kapalıydı. Birkaç kez kapını çaldım ama açmadın. Başına bir şey gelmiş olmasından endişelendim. ” Beni merak etmesi komikti. Buna gerek bile yoktu. Bu 3 günü çok iyi bir şekilde idare etmiştim. Şimdi hayatıma yeniden girmeye çalışması çok saçmaydı. Onun bana ihtiyacı yoktu ki. “ Hayır başıma hiçbir şey gelmedi. Benim için endişelenmen gerekmezdi. Üzgünüm gitmeliyim.” Dedim. Kolumu onun elinden zayıfça çekerek kurtardım. Merdivenlerden koşarak indim. Attığım her adımda canım daha çok acıyordu. Ama yapamazdım. Kendimi boş ümitlere kaptıramazdım. Bugüne kadar hayatıma giren hiçbir erkeğin canımı yakmasına izin vermediğim için kendimi tebrik ettim. Eğer 19 yaşındaysanız bazı ‘travmaları’ atlatmak daha kolay olur.
Gittiğimdeki yüz ifadesini hayal etmeye çalıştım. Hayal kırıklığına mı uğramıştı, üzülmüş müydü? Belki de umursamamıştı. ‘ Düşünme ! ’ diye emir verdim beynime. ‘Yeter!’. “ Daha ne kadar benden kaçabilirsin. Gerçekleri unutma. Sanki seni aldatmış gibi davranıyorsun. O sana hiçbir şey için ümit vermedi unutma bunu. ” Bir kez daha beynim haklıydı. Ona hak etmediği şekilde davranmıştım. Sanırım ondan özür dilemeliydim.
Düşüncelerimden sıyrıldığımda 2 kilometrelik parkuru koşmuş, eve dönüyordum. Yolumun üzerindeki markete uğrayıp kahvaltı için birkaç malzeme aldım. Uzun süredir bir şeyler yememiştim. Beynim mantıklı çalışmaya başladığından, kendi ihtiyaçlarını da hatırladı. Karnım guruldadığında güldüm. Hemen birkaç malzeme alıp eve doğru yürüdüm.
Evin kapısına geldiğimde araya sıkıştırılmış bir kağıt gördüm. Kağıdı elime aldım ve notu okudum. “ Son 3 gündür aynaya baktın mı hiç? Nasıl göründüğünün farkında mısın? Bu kadar uykusuz kalman için korkunç bir olay olmuş olmalı. Senin için gerçekten endişeleniyorum. Acaba seni istemeden kırdım mı? Konuştuğumuz son günü düşündüm ama hiçbir şey bulamadım. Umarım yeniden dostluğumuz devam eder. R.” Notu katlayıp arka cebime koydum. Eve girecekken saate baktım. 10a geliyordu. Yinede ondan özür dilemeliydim. Evde olmaması muhtemeldi ama şansımı denemeye karar verdim. Dairesinin önünde durdum. Kararsızca kapıyı birkaç kez çaldım. Açan olmadı. Tahmin ettiğim gibiydi. Geri döndüm.
Tüm gün oyalanacak işler arayıp durdum. Annemle tam üç kez telefonda konuştum. Taşınacağımız yeni yerin Londra olduğunu duyunca ürperdim. Londra… lisede ki coğrafya derslerinde öğrendiğim birkaç bilgiye göre sürekli kasvetliydi. Sürekli hava bulutluydu. İğrenç diye düşündüm. Los Angeles’ın güneşli ve sıcak havalarından sonra Londra’ya alışmam oldukça zor olacaktı. Tabi arkamdakileri hesaba katmıyordum bile.
Akşama kadar pembe dizilerin tekrar bölümlerini izleyip durdum. Saat 9 olduğunda evden çıktım. Kapının önünde derince bir nefes alıp çaldım. Kapıyı açan olmadı. Arkamı dönüp gidiyordum ki kapı açıldı. “ Hey! Kapımı çalıp gitmeyecektin değil mi?” Haha. Tabi ki gitmeyecektim. “Şey ben… özür dilemek için gelmiştim. Sana kaba davrandığım için. Bu sabahki davranışımın hiçbir mantıklı açıklaması yoktu kabul ediyorum. Umarım beni affedebilirsin.” Dedim üzgünce. Kıkırdadı. Elini saçlarının arasından geçirdi ve düşündüğünü belli etmeye çalışan sesler çıkardı. “ Sanırım affedebilirim.” Şu anda yerimde sıçramamak için kendimi zor tutuyordum. İstediği oyuncağı almış çocuk gibi tepkiler vermeye hazırdım. “ Ama bir şartla,” dedi. Şart mı? Tek kaşımı kaldırıp yüzüne baktım. Şaşırmış bir ifade içinde olabilirdim. Sanırım öyleydim. Yüzüme dikkatlice bakıp kahkahalarla gülmeye başladı. “ Bu kadar korkmana gerek yoktu. Sadece yarın sabahki koşuna eşlik etmeme izin vermeni istiyorum.”
İçimde tuttuğum nefesimi verdim. “ Tamam anlaştık. Yedide kapıda ol.” Dedim en içten gülümsememle. Evime döndüm. Madem ki eski halimize dönüyorduk, yapmam gereken tek şey yarın sabahı beklemekti.
Pijamalarımı giyip koltuğa uzandım. 3 gecedir ilk defa televizyonun sesini kıstım ve deliksiz bir uyku çektim. Gözlerimi açtığımda biri kapıya gürültü bir şekilde vuruyordu. Saate baktım. Aman Tanrım! 7.30. Geç kalmıştım. Hemen kapıya koştum. “ Neredeyse kapıyı kıracaktım. Bir an için öldüğünü düşündüm!” dedi. “ Çok özür dilerim. Alarmı duymamışım. 3 dakika sonra geliyorum.” Kapıyı kapatmadım. Koşarak odama gidip üzerimi giyindim. Dişlerimi fırçaladım, anahtarlarımı aldım. “ Hazırıımmmmm!” gülümseyerek gittim yanına. “Seni mutlu gördüğüme sevindim.” Dedi. “ bende.”
Hafif tempoda koşuyorduk. Bugün onun kurallarına uyuyordum. Hava ne kadar bulutlu ama ılık olsa da güneş gözlüklerimizi ve kapüşonlarımızı taktık. Bu onun tanınmama kuralıydı. Parka ulaştığımızda bir anda etrafımızda deli gibi flaşlar patlamaya başlamıştı. “ Lanet olsun!” diye tısladı dişlerinin arasından ve ardından hafif bir küfür duydum.
2 yorum:
kendimi film izliyomuş gibi hissettim.Başarılar.
Z.
teşekkür ederim:)
Yorum Gönder