16 Ocak 2010 Cumartesi

Bölüm 10

“Sürpriz.!” Diye bağırmaya çalıştı Rob yüzünde dünyanın en salak ifadesiyle. Bir anda kahkaha atmaya başladım. Öyle çok gülüyordum ki bu halime dayanamayıp onlarda gülmeye başladılar. Jo ve Rob benim için bir veda partisi hazırlamaya çalışıyorlardı ve ben hazırlıkların tam ortasında eve dalmıştım. Avizelerden birkaç süs aşağı sarkıyordu. Tavan rengarenk uçan balonlarla kaplıydı. Gülerek en yakın koltuğa oturdum. Nefes alabildiğim bir an “ Bu…bu çok çılgınca. Tanrım siz harikasınız.” Dedim. Jo, Rob’a dirsek attı. “Sana beğeneceğini söylemiştim.” İkisi de güldüler.


Tam anlamıyla gülmem bittiğinde yerimde doğruldum. “Evet anlatın bakalım. Burada neler oluyor?” Rob ellerini havaya kaldırdı. “ Benim hiç suçum yok. Bu tamamen onun fikriydi.” Biraz aklım karışmıştı. O beni bırakmıştı ve şimdi benim için sürpriz bir veda partisi veriyorlardı. Bu kadar rahat olmaması gerekiyordu. “Seni Londra’ya kuru kuru bir elvedayla göndereceğimi sanmadın değil mi? Çok safsın Mel, beni hiç tanıyamamışsın.” Evet Jo’nun bu kadar ileri gidebileceğini tahmin edememiş olmam gerçekten de bir saflık belirtisiydi. Başımla Rob’u işaret ettim. “Peki onun bu işteki payı ne?” “Hey kızım biraz rahatla. Ben içecek bir şeyler almaya gidiyorum. Eğer erken gelmeseydin her şey hazır olurdu. Herneyse bu sırada düzgünce konuşun.” Rob’a imalı bir bakış attı ve kapıdan çıkıp gitti. Bence bu akşam bir veda partisinden çok Jo’nun bizim aramızı yapmak için hazırladığı bir oyundu. Ve bu oyuna Rob da dahildi.
“Hey,” dedi Rob. “Mel, ben gerçekten üzgünüm. Davranışım çok kabaydı.” “Rob, açıklama yapmak zorunda değilsin. Önemli değil. Gerçekten…” İkimizde ayaktaydık. Ben Rob’a bakıyordum, o da bana. Gözlerimi onun gözlerinden ayırmak istiyordum ama bana itaat etmiyorlardı. Onun mavi-gri gözlerinde kaybolmuştum. Gözleri eriyordu. Bana bakıyordu, aşıkmış gibi…


Bana doğru yavaş adımlarla ilerledi. Sanki her adımında kararsızlık varmış gibiydi. Aramızda kalan birkaç santimi geniş bir adımla kapattı. Benden sadece birkaç milimetre uzaktaydı. Karnımın üzerinde olan elimi tuttu, diğer eliyle de belime sarıldı. Beni iyice kendine çekti. Şimdi bedenlerimiz birbirine değiyordu. “Mel, bana bak.” Emrine istemsiz olarak itaat ettim. Nefesini hissedebiliyordum ve bu benim dikkatimi ona yoğunlaştırmamı zorlaştırıyordu. “Benim hiçbir şey için düşünmeye ihtiyacım yok. Neye ihtiyacım olduğunu çok iyi biliyorum.” Her kelimeyi üzerine basa basa söyledi, sanki bunları kafama kazımamı istermiş gibi. Nefesimi tuttum. Bana doğru eğildi ve kulağıma fısıldadı. “Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum.” Gülümsedim. Belki şu an verebileceğim en saçma tepki buydu ama artık hiçbir hücreme hakim olabildiğimi sanmıyordum. Yanağını yanağıma değdirdi. “Bende seni seviyorum.” Yüzünü göremiyordum ama güldüğünü hissettim.


Kusursuz derecedeki yumuşak dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Hala dans eder pozisyondaydık. Aynı şeyi düşünmüşüz gibi diğer elini de belime koydu. Hala ayrılmamıştık. Şu an nerede olduğum, saatin kaç olduğu yada yarın gidiyor olmam umurumda değildi. Sadece o ve ben vardık. Sonsuza ve sonsuza kadar…


Dudaklarımız ayrıldığında elini yanağıma koydu. Başımı onun eline bırakmaktan alamadım kendimi. Beni koltuğa kadar sürükledi ve başımı omzuna yasladı. “Seni evde bıraktığımda kendimi tam anlamıyla zavallı gibi hissettim. Sana karşı konulmaz duygular besliyordum ve senin kadar cesaretli olup bunları söylemediğim için kendime kızdım. Sana kaba davranmalarım bunun içindi. Birbirimize aşık olmamamız gerekiyordu. Bu senin hayatının mahvolması demekti ama ben yinede sana aşık olmuştum. Senin o doğal tavırların beni rahatlatıyordu. Senden uzak duramıyordum. Ve sonra sen bana hislerini açıkladın. Allak bullak olmuştum. Bütün gece düşündüm. Sen gidiyordun ve ben burada kafayı yemek üzereydim. Birgün aklımın ucundan bile geçmeyen bir şeyi yaparak Jo ile konuştum. Bana ‘ Of, çok düşüncesizsin. Kızın senin yüzünden ne hallere geldiğini göremiyor musun? Bu işi bugün hallediyoruz.’ Dedi. Tüm gün evde sana ne söyleyeceğimi konuştuk. Bu işten vazgeçmeyi düşündüm ama yapamadım. Son güne kadar beklediğim için kendimi asla affetmeyeceğim.” O sözlerini bitirdiğinde ona iyice sokuldum. Yüzünü, kokusunu ezberlemeye çalışıyordum. Bu benim son fırsatımdı. “Seni asla unutmayacağım Rob.”


Aniden doğruldu yerinde. İki elimi de sıkıca tuttu. “Hiçbir şeyin bittiği yok. Senin İngiltere’ye gitmenin durumu değiştireceğini mi sanıyorsun? Seni asla bırakmayacağım.” Bu konuşmaları bana gülünç gelmişti. Doğru olmadığını tabi ki biliyordum. “Bana hiçbir şey için söz verme. Ben senin için çok basit bir insanım. Sense kusursuzsun, harikasın ve yakışıklısın. Yüzbinlerce insan senin için deli oluyor. Ve bende uzakta olacağım. Bana bağlı kalman için tek bir neden bile yok.” Üzgünce başımı salladım. “Beni terk etmeye mi çalışıyorsun sen? Üzgünüm bu bahaneler işe yaramaz çünkü seni bırakmıyorum.” “Tabi ki de hayır. Bu arada yarın sabah 9’da gidiyoruz. Sanırım sabah 6’da evden çıkmamız gerekiyor.” Şaka gibiydi ama ben gerçekten gidiyordum.
Gözleri bulutlandı. “Şey, sizi benim bırakmamı ister misin?” evet evet çok isteriz diye bağırıyordu beynim. “O saatte uyanman gerekmez. Taksiyle gidebiliriz.” “Saçmalama aşkım.” Dedi. Yüzümden boynuma kadar kıpkırmızı oldum. “Hey çifte kumrular. Saat 1e geliyor ve Mel, annen evi basmak üzere.” Beni duygularımdan sıyıran bu ses oldu. Josephine elleri belinde karşımızda dikiliyordu. Geldiğini bile duymamıştım. İsteksizce ayağa kalktım. Bu sefer gerçek veda anı gelmişti.


“Her şey için teşekkür ederim Jo. Sen sahip olunabilecek en iyi arkadaşsın. Sakın beni unutma.” Hiç ayrılmak istemezcesine sarılıyordum. Gözyaşlarıma hakim olamadığımı söylememe bile gerek yok. “Ağlama artık, haftaya seninleyim. Söz veriyorum.” Herkes bir şeyler için söz veriyordu. İçimden hepsinin gerçekleşmesini diledim. Bu sırada Rob yanıma gelip elimi tuttu. “Bende sana teşekkür ederim Josephine. Sen olmasan hayatımın aşkının gitmesine izin verebilirdim. Yarın havaalanından dönünce seninle görüşürüz. Şimdilik gitsek iyi olacak.”
İkimiz el ele merdivenlerden indik. Onun kapısının önüne geldiğimizde bana sıkıca sarıldı ve nefesim kesilene kadar öptü. Ellerimiz ayrılmak istemiyordu. Dudaklarımızda öyle… “İyi geceler sevgilim, yarın sabah görüşürüz.” Dedi. Yavaş yavaş uzaklaşmamı izledi. Kapıyı ardımdan kapattığımda onun da kapattığını duydum. Son saatlerime doğru adımımı attım.

Hiç yorum yok: