21 Ocak 2010 Perşembe

Bölüm 15



Hava çok sıcaktı. Üzerimdeki incecik elbise bile terlemek için yeterliydi. Rüzgar esiyordu ama sıcaklığı bir türlü hafifletemiyordu. Sonuna küçük bir su sesi duydum. Sesin geldiği yöne doğru koştum. Ne kadar koşsam da bir türlü yaklaşamadım suya. Olduğum yerde döndüm. İleriden dalga sesleri geliyordu. Yavaş yavaş sese doğru yürüdüm. Sonunda uçurumun kenarına geldim. Aşağıda dalgalar kayalara çarpıyordu. Suyun serinliği yukarıya kadar ulaşıyordu. Çok susamıştım. Dayanamadım, nefes almayı bekleyemeden kendimi uçurumdan aşağı bıraktım. Su beklediğimden daha serindi. Kayalara doğru sürükleniyordum ama çarpmamak için çırpınmaya başladım. Bu sırada başım sızladı. Bir anda olan her şeyi hatırladım. Tiyatroyu, sahneyi, ışıkları ve düştüğümü… acaba annem olanları öğrenmiş miydi? Rob, peki o biliyor muydu? Eminim endişelenmiştir. Bu sırada ciğerlerime buz gibi su doldu. Son kez nefes almak için kendimi zorladım.

“Mel. Hemşireyi çağır hemen. Galiba uyanıyor. Buradayım hayatım merak etme yanındayım.” Biri elimi sıktı. Sesleri duyuyordum ama sanki sesler kilometrelerce öteden yankılanarak geliyordu. Başımda ki sancı kendini fark ettirmeye başladı. Gözlerimi yavaşça açtım. Beyaz duvarlar ve ritmik olarak gelen ses bana hastanede olduğumu anımsattı. Önce elime baktım. Üzerinden hortumlar geçen elimi o tanıdık el tutuyordu. Rüya görme ihtimalim ne kadardı? Gözlerimin açıldığı ölçüde yukarıya, elin sahibine doğru baktım. Robert yanımda otuyordu. Elleriyle ellerimi tutmuş beni süzüyordu. “Selam.” Dedim. Sesim çektiğim acıyı ele verecek şekilde titremişti. “Ah tatlım. Çok endişelendim.” “Sen… senin nasıl haberin oldu. İki hafta sonra gelec…” cümlemi bitiremedim çünkü konuştukça kemiklerim acıyordu. Gözleri şefkatle parıldadı. “Seni aradım. İki haftadan da önce gelebilme ihtimalim olduğunu söyleyecektim. Ama telefonu senin arkadaşın, Marc, açtı. Senin düştüğünü, hastaneye kaldırıldığını söyleyince ilk uçakla geldim. Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirsin. Hem bir aileye bir oyuncu yeter.” Elimi yanağına götürdü.

Marc, Marc’ı tamamen unutmuştum. “O nerde? Çok endişelenmiştir.” Tek kaşını kaldırıp suratıma baktı. “Marc’tan bahsediyorum.” Sıkıntıyla gözlerini devirdi. Bu haliyle çok komik görünüyordu. Gülmeye çalıştım ama canım acıyınca sustum. “Burada, dışarıda. Benden pek hoşlandığı söylenemez. Ve sana da aramızda olanları anlatmadığın için kızgın gibi görünüyor. Neyse onu boşver şimdi.” Eğilip yanağımdan öptü. Doğrulurken kolundan tuttum. Acıyı görmezden geldim. “yanıma yat. Lütfen.” Zorlayarak yatakta kenara kaydım. O da yanıma uzandı. “Seni özlemişim. Eğer bu kadar sık görüşeceksek kendimi bir yerlerden atabilirim.” Kıkırdadım. “Bunu yapmana gerek yok. İstediğin zaman yanına gelebilirim.” Başımı başına yasladım.

“Hasar durumu nedir?” cevap gelmeyince daha açık sormaya karar verdim. “Kaç tane kırık var demek istedim.” “Hımmm, sol bacağın, sol kolun ayrıca iki tane de kaburgan kırılmış. Tabi başında da zedelenme var.” “Çok iç açıcıydı. Teşekkür ederim.” Peşinden sessizlik oldu. İkimizde konuşmadık. Acının bir önemi yoktu çünkü beraberdik. Kapı tıkladı. “Rob?” annem içeri girdi. “Bebeğim, uyandın demek. Çok endişelendim. İyi misin, ağrın var mı?” “İyiyim, ağrım yok anne. Sadece birazcık daha uykum var.” Rob ve annem güldü. “Uykun mu var? Zaten 2 gündür uyuyorsun hayatım. Neyse ben sizi yalnız bırakıyorum. Birazdan baban da gelir.” Dedi bir şey ima etmeye çalışarak. Rob eliyle selam verdi.

Bu sırada sesimizi duymuş olmalı ki Marc içeri girdi. Gözleri Robert’ın üzerinde rahatsızca gezindi. Daha sonra onu görmezden gelerek yatağın yanındaki koltuğa oturdu. “Yeniden uyandığına sevindim. Tiyatrodakiler bile geldiler. Ama seni uyutmaya devam ettiklerinden annen beklememelerini söyledi.” Uzanıp boştaki elimi tuttu. Rahatsız olmuştum ama tepki vermedim. Robert’ın benim yerime konuşmasını bekledim. Sanki aklımdan geçeni anlamış gibi kalkıp Marc’ın yanına gitti. “Marc, hadi inip Mel’in babasını çağıralım.” “Sen git. Yalnız kalmasa iyi olur.” “Ben yalnız kalabilecek kadar iyiyim. Hadi gidin.” Kapıyı gösterdim. Homurdanarak kalktı. “Birazdan görüşürüz.” Rob kapıdan çıkarken öpücük gönderdi. Başımı çevirdim.

Biraz sessizlik iyi gelmişti. Doğrulup vücuduma baktım. Bacağım ve kolum alçıdaydı. Kaburgalarımdaki ağrı görmezden gelinebilirdi. Arkama yaslanıp babamı beklemeye başladım. Derken kapı çaldı. “Prenses!” babam kollarında kocaman bir ayıyla odaya girdi. “Hadi ama baba. Şaka yaptığını söyle!” “Niyeymiş o? Hala küçük bir çocuksun. Ve küçük çocuklar hastalandıklarında hediyeyi hak ederler.” “Ver şunu.” Babam ayıyı yatağa oturttu. Şirin bir suratı vardı. Serumların takılı olduğu kolumu ayıya dolayıp sarıldım. “Bana büyüdüğünü söyleyene bak!” dedi babam. Güldüm.

Babamın rahatsız oturuşundan ve hareketlerinden uzun uzadıya konuşmaya başlayacağını anladım. Sonunda söze başladı. “Bak Melanie, başına bir uçak tuvaleti düşse bile umurumda değil. Bundan sonra her türlü tehlikeden ve maceradan uzak duracaksın. Bir ay boyunca bu alçılarla dolaşmak senin de hoşuna gitmeyeceğini biliyorum.” “Bir ay mı? O kadar kötü mü baba?” “Bunu düşmeden düşünmeliydin.” Saatine baktı. “Her neyse, şimdi gidiyorum. Yarın görüşürüz.” “Görüşürüz baba.”

Babam kapıyı açtığında Rob kapının önünde bekliyordu. Birbirlerine resmice selam verdiler. Babam erkek arkadaş kabul etme konusunda çok evrimselleşmiş sayılmazdı. Eski kafalı olduğu da söylenebilirdi. Önce bu evi almak, daha sonra erkek arkadaşıma selam vermek… onun için oldukça büyük bir adımdı bence. İnsanlar değişebilir değil mi?

“Senin şu arkadaşından pek hoşlanmadım Mel. Sana bakışları bir garipti.” Söylene söylene yanıma oturdu. “Yapma Rob. O benden küçük! Ayrıca seninle beraber olduğumuzu öğrendiğine göre böyle bir şey olmayacağını bilir değil mi?” “Haklısın. Ama yine de kıskandım.” Beş yaşındaki çocuklar gibi dil çıkardım. Parmaklarıyla dudaklarımı sıktı. Telefonu çalmaya başladı. “Of! Ben… birkaç dakika içinde geliyorum.” Arayanı merak etmiştim ama sormadım. Karşımdaki duvardaki saate baktım. 17:42. Bekledim 17:49. Bekledim 17:56 Rob hala gelmedi. Kıskanıyor muydum? Arayan Kristen olabilir miydi? Yaralanmamla onun işlerinde problem yaratmış olabilir miydim? Düşündükçe ağrılarım arttı. Yeni ilaç almak istemiyordum bu yüzden kendimi uyumaya zorladım.

Hiç yorum yok: