6 Ocak 2010 Çarşamba

Bölüm 4

Pizza mı? Ama ben pizza sipariş etmemiştim ki. ‘’ Ben pizza sipariş etmedim? ‘’ diyerek aklımdakini sordum pizzacı çocuğa. Sanki daha fazla uzatma dermiş gibi bakış attı bana. ‘’ Pizzayı alıyor musunuz yoksa geri mi döneyim?’’ Bu soruyu benim yerime midem guruldayarak yanıtladı. ‘’ Tamam kalsın. Ne kadar?’’ ‘’ Parası ödendi.’’ Dedi ve pizzayı elime tutuşturup gitti.
Pizza kutusunu şimdilik masanın üzerine bırakıp giyinmek için odama gittim. Siyah bir eşofman ve gri bir tişört giydim. Canavar hareketlenmeye başlamıştı. Saat yaklaşık 11di. Bu saatte ya evde değildi yada uyuyor olmalıydı. Usulca pencereden baktım. Evinin ışıkları yanıyordu. Akşam yemeğimi – gizemli pizzamı – pencerenin önüne çektiğim masada yemeğe karar verdim. Salondan pizzayı aldım ve bilgisayar karşısına kuruldum.
Bilgisayarımı açıp maillerimi kontrol ettim. Annemden gelen bir mail vardı. Ancak 9 gün sonra dönebilecekleri yazıyordu mailde. Aklımdan geçen düşünceleri fark etmeyen bir anne ortalarda yokken, benim yaşantım daha kolaydı. Bu sırada karşıdaki evde bir gölge oldu. Yine camın önünde duruyordu. Midem guruldadı. Önümdeki pizzadan kocaman bir ısırık aldım. O sırada onunda elinde bir şey olduğunu fark ettim. Sigara mıydı? Hayır. Bir insan sigarayı yiyemezdi. Gözlerimi kısıp iyice baktım. Ağzım açık kalmıştı. Onun elindeki bir pizza mıydı!? Tamam , bu bir rastlandı olabilirdi, herkes pizzayı sever değil mi?
Göz göze geldik, tekrar. Elindeki pizzayı gösterince bende gösterdim. Pencereden ayrıldı. Ama ışık hala yanıyordu. Üzülmüştüm. Bu kadar kısa mı sürmüştü yani! Derken geri geldi. Elinde bu kez başka bir şey vardı. Sanki kağıt gibi. Kağıda bir şeyler karaladı ve kaldırdı. ‘Hediyemi geri çevirmediğine sevindim’ yazıyordu. O benimle mi konuşuyordu. Bu sefer gerçekten hayal olmalıydı. Ve daha da ilginci bu pizzayı o mu göndermişti! Belki de yemeyip sonsuza kadar saklamalıydım.
Hala pencereme bakıyordu ve ben saçma düşünceler içindeydim. Hemen etrafıma bakındım. Kağıt kalem kağıt kalem… Yok! En ihtiyacım olmadığı anda etrafımda olan kağıtlar sanki anlaşıp saklanmışlardı. En sonunda giysi dolabımın yanında bir tane buldum. ‘ teşekkür ederim. Gerçekten yediğim en lezzetli şey .’ yazdım. Güldü. Kağıdı ters çevirip gülen surat çizdim. Kahkahalarla güldü. Pencereyi açıp dışarı doğru uzandı. Pencereyi aç gibi bir işaret yaptı. Pencereyi açtım. “ Sanırım kahveye ihtiyacım var “ diye bağırdı ya da fısıldadı. Tam emin değilim çünkü o an pencereden düşmemek için sıkı sıkıya tutunuyordum. Başım mı dönüyordu. “ İstersen gelebilirsin. Bizimkiler beni terk etti.” Diye bağırdım. Aslında bağırmama gerek yoktu. Aradaki mesafe 2.5 metreden fazla değildi. Ben yinede işimi garantiye almak istedim. Bir anda pencereden kayboldu. 1 dakika sonra kapı çalındı.
Kapımdakinin kim olduğunu tahmin etmek güç değildi. Ama hala inanamıyordum. Benimle konuştuğunda sadece kibarlık yaptığını sanmıştım. Ama o benimle dost olmak istiyordu. Dost… Aklımızdan geçen düşünceler ne kadar farklıydı. Oysa ben ona sarılmak, yüzünü ezberlemek ve hayatımın her anında onun olmasını istiyordum. Yani bir dosttan daha fazlasını. Ama yinede bununla yetinebilirdim. Şimdilik. Daha sonrasını kim bilebilirdi ki? Tabi bana göre bu kadar kusursuz bir çekiciliğe sahip bir insanın mutlaka bir kız arkadaşı olmalıydı.
Koşarak kapıya gitti ve açtım. Elinde 2 fincan, üzerinde açık mavi bir gömlek vardı ve onunla uyumlu bir pantolon giymişti. Saçları rüzgarda dağılmış gibiydi. Çok çekiciydi. Yüzündeki çarpık gülümsemeden bir anlam çıkarmaya çalıştım ama onun üzerine atlamamak için kendimi zor tutuyordum. “ Özür dilerim tanışma fırsatı bulamadık. Ben Robert.” Dedi. Büyülü bakışlarını üzerime salmıştı. “ Melanie. Memnun oldum.” Elimle içeri davet ettim. Ve o da dostluğumuza, beklide aşkımıza doğru ilk adımı atmış oldu.

Hiç yorum yok: