16 Ocak 2010 Cumartesi

Bölüm 11

Evin bu hali beni korkutmuştu. İçeride hiç eşya kalmamıştı. Salonun ortasında bizim uyumamız için küçük bir köşe yapmıştı annem. Kapıyı kapatınca yattığı yerden doğruldu. “ Sonunda gelebildiğine sevindim. Saat tam olarak 01:17. Yarın sabah beş buçukta uyanmak zorundayız. Bu kadar saat ne yaptığını daha sonra konuşabiliriz. Şimdi uyu!” Ayaklarımı sürüyerek kendi köşeme gittim ve yattım. Bu gece hangi duygunun baskın olması gerektiğini bilmiyordum. Mutlu mu olmalıydım yoksa üzülmeli miydim? Ona inanmak istiyordum. Bana beni bırakmayacağına dahil söz vermişti.


Gözlerimi sımsıkı yummama rağmen hala uyuyamamıştım. O sırada telefonum titredi. Kayıtlı olmayan bir numaradan mesaj gelmişti. Rob olmasını diledim ve mesajı açtım. “Odana gelir misin?” gülümsedim. Odama gitmeden önce annemin uyuyup uyumadığını kontrol ettim. Boğuk boğuk nefes alıyordu. Hemen odama koştum. Işığının yandığını görünce sevindim. Ama neden bu saatte beni çağırmıştı ki? Yoksa az önce olanların şaka olduğunu falan mı söyleyecekti. Mesaja cevap yazdım “Ne oldu? Önemli bir şey mi var?” Telefonu elinde pencerenin karşısına yerleşti. Sırtını duvara yaslanmış öylece duruyordu. Yarım dakika içinde cevap geldi. “Seni görmek istedim. Uyandırdıysam özür dilerim.” Korkularım yersiz çıktığı için sevindim. “Hayır uyumuyordum. Daha doğrusu uyuyamıyordum…” “Sorun ne? Yanına gelmemi ister misin?” odamdan çıkıp salona geçtim. Kıyafetlerimin üzerinden anahtarlarımı aldım. Saat 2’de pijamalarımda evden çıkıyordum. Bu hiç mantıklı değildi. Ama bu akşam yaptığım hiçbir şeyi mantıklı olarak yapmamıştım.

Kapıyı arkamdan sessizce kapattığımda karşımda duruyordu. Benim pembe gri sümsük pijamalarımla onun gri eşofmanı ve siyah tişörtünü karşılaştırınca kendimi kötü hissettim. “Sigara içmem lazım. Biliyorsun bugün sınırlarımı zorladım.” Dedi gülerek. “Böyle mi?” dedim. “Tabi ki. Sen bu halinle bile herkesten güzelsin. Ayrıca moda haftasına katılmıyoruz.” Kolunu omzuma dolayıp yavaşça indik merdivenlerden. Sanki her anımızı uzatmaya çalışıyordu. Pek şikayetçi değildim doğrusu.


Apartmanın önündeki merdivenlere oturduk. Cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Derin bir nefes aldıktan sonra bana uzattı. Kullanmadığımı söyleyecekken durdum. Aslında sigara içiyordum. Sadece çok üzüldüğüm yada sinirlerimin allak bullak olduğu zamanlarda. Ve şu an tam da öyle bir zamandı. Elinden sigarayı alıp hafif bir nefes çektim. Biraz sigaradan biraz da soğuktan olsa gerek ürpermiştim. “Üşüdüysen çıkalım. Hasta olmanı istemem.” “Hayır. Ben iyiyim.” Böylece sabah 5e kadar oturduk. Artık soğuktan hiçbir yerimi hissetmiyordum. Yarım saat sonra annem uyanacaktı. “Çıksak iyi olur. Kendime yeni uyanmış gibi bir görüntü vermem lazım.” Dedim omzumla omzuna doğru vurarak.


Bu kez hızlıca çıktık. Merdivenlerin sonuna geldiğimizde durdu. Sımsıkı sarıldık birbirimize. Ve son kez öptü beni. Bu kez mutlu değildim. Gözyaşlarım akmaya çalıştıkça ben onları geri gönderiyordum. Sonunda pes ettim ve akmalarına izin verdim. Gözyaşlarım sonunda hıçkırıklara dönüştüğünde sakinleşmem için bekledi. “Bu hiçbir şey ifade etmiyor. Biz ayrılmıyoruz. Seni seviyorum ve sevmeye devam edeceğim. Bu filmin çekimleri bittiğinde ziyarete gelirim. Yada sen gelirsin. Şimdi bunları düşünme lütfen. Artık gitmen lazım.” Son kez sıkıca sarılıp kokusunu içime çektim. “Sabah görüşürüz.” “Bu arada,” cebinden bir iPod çıkartıp bana uzattı “bunun içinde senin için birkaç özel şey var.” Teşekkür edip içeri girdim.


Yüzümü yıkayıp üzerimi giyindim. Her şeyi son kez kontrol ettim. Bavullarımı kapıya kadar taşıdım. Annem uyanmıştı bu sırada. O da hazırlanırken bana taksi çağırmamı söyledi. O oh. Ona bundan bahsetmemiştim. “Şey anne. Taksi çağırmamıza gerek yok.” “Nedenmiş o?” “Çünkü Robert bizi bırakmak istedi ve bende kabul ettim.” “Bu çok bencilce. Kimse bizim için sabahın köründe uyanmak zorunda değil.” “Anne biz çıkıyoruz.” Çok ani olmuştu. Ona bunu uçakta yavaş yavaş anlatmayı planlıyordum ama ağzımdan kaçmıştı artık geri dönüşü yoktu. Tepki vermesini bekledim. “Tamam. Sanırım tahmin etmiştim. Ama ne olur bu ilişkide üzülen taraf olma. Yoksa onu üzmem gerekir.” Bu kadını çok seviyordum. Gidip ona sarıldım. “Biliyorum anne. Bende bundan korkuyorum ama o beni üzmeyecek eminim.”


Bu sırada kapı birkaç kez hafifçe çalındı. Koşarak kapıyı açtım. Korkunç derecede güzel görünüyordu. Hemen yanıma gelip ellerimi tuttu. “Bayanlar, hazırsanız çıkalım.” Dedi. “Tamam çıkabiliriz sanırım. Anne hadi!” Robert eşyaları arabaya indiriyordu. Annemde ona yardım ediyordu. Kendi sırt çantamı ve uçakta okumak için ayırdığım kitabı elime aldım. İşte bu kadardı. Gidiyordum. İçeri son bir kez bakıp kapıyı kilitledim. Garaja kadar sessizce yürüdüm. Annem arka koltuğa oturmuş beni bekliyorlardı.


Ona aşık olduğum gün oturduğum koltuğa oturdum yine. Bu sefer farklıydı. O da bana aşıktı. Elimi tutuyordu ve ben gidiyordum. Trafik kapalı değildi. Bu yüzden Rob pek acele etmiyordu. Yaklaşık 50 dakikada hava alanına geldik. Saat yediye yirmi vardı. Annem kahvaltı yapmak istediğini söyleyerek ayrıldı yanımızdan. Asıl amacının bizi yalnız bırakmak olduğunu biliyordum elbette. El ele tutuşarak oturduk. Dizlerimi karnıma çektim. Hareket edersem eğer mahvolurdum. Ağlardım, ağlardım ve bu onu üzerdi. Bu yüzden sıktım kendimi. Ağzımı açarsam eğer, tek kelime edersem eğer hıçkırıklarımı bastıramazdım. Konuşmadım. Eğer onun kokusunu içime çekersem dayanamazdım. Gidemezdim. Bu yüzden sarılmadım ona. Beni anlıyormuş gibi davrandı. Ne kadar süre öyle oturduk bilmiyorum. Annem gelene kadar ağladığımın farkında bile değildim. Tedirgince bakıştılar. İkisi de beni içinde bulunduğum duygulardan çıkaramayacaklarını biliyorlardı. “Hayatım artık gitmeliyiz.” Burnumu çektim. “Tamam. Gidelim.”


Önce Rob kalktı ayağa. Elini uzatıp kalkmama yardım etti. Ellerimin titreyişini görmüş olmalıydı. Sıkı sıkı sarıldı belime. Yavaşça yürüdük pasaport kontrolü sırasına kadar. Sıra boştu. Her zaman çılgınlar gibi kuyruk oluşan yer bugün bomboştu. Önce annem geçti kontrolden. Ayrılamıyordum. Bırakmıyordum işte. “Hadi git artık.” Parmaklarıyla sildi yüzümdeki yaşları. “Kalbime iyi bak. Onu da seninle birlikte gönderiyorum. Ve geri almaya geleceğim.” Kokusunu içime çekerek öptüm onu. Ve yürüdüm. Arkama bakamadım. Uçağın kapısında bana verdiği iPod’u açıp ilk şarkıyı dinlemeye başladım. “Damien Rice – The Blowers Daughter” bu şarkıyı çok iyi biliyordum. Yerime yerleştiğimde iki gündür sakladığım tüm hıçkırıklar sessizce dışarı çıkmaya başladılar.

Not: şarkıyı dinlemenizi tavsiye ederim.

Hiç yorum yok: