4 Ocak 2010 Pazartesi

Bölüm 2

Çok uzun bir geceydi. Gün ışıyana kadar uyuyamadım. Gözlerimi kapattığımda içimdeki yaratık kalkıp camdan bakmam için beni rahatsız ediyordu. Her gözlerimi kapattığımda içime onun isteği doluyor, hayalimde onun resmi canlanıyordu. Peki bunlar normal miydi? Hiç sanmıyorum. Kim birine karşı böyle duygular hissedebilirdi ki? Hem de bu kadar ulaşılmaz birine..
08:30 civarı uyandım. Ah ne kadar da güzel! Sadece üç saatlik uykuyla bu güzel Pazar gününden ne kadar verim alabilirdim ki! Eğer Los Angeles’da yaşıyorsanız sabahları yapacak bir çok şey bulabilirsiniz. Spor yapabilir, köpeğinizle yürüyüş yapabilir yada ünlü komşunuzu gözetleyebilirsiniz. Tabiî ki de her ne kadar son seçenek bana cazip gelse de kendime engel oldum. Şık denebilecek gri eşofman takımımı ve siyah spor ayakkabılarımı giyip kahvaltı için alışveriş yapmaya karar verdim. Dolabın karşısına geçip almam gerekenlerin bir listesini hazırladım. – Annem çok sevinecek! –
Evden ayrıldım. Merdivenlerden ikişer ikişer inerek caddeye çıktım. Hava çok güzeldi. Birkaç dakikalığına güneşin beni ısıtmasına izin verdim. Bir sokak kadar ilerlemiştim . Bir şey mi unutmuştum? Ah evet. Market için hazırladığım listeyi mutfakta unutmuştum. Aslında liste olmadan da alışveriş yapabilirdim. Sadece kendime dışarıda yalnız vakit geçirmek için bahaneler üretiyordum. Evde yalnız kaldığımda içimdeki canavar harekete geçiyor, düşüncesiyle bile beni cama yöneltiyordu. Hayır , ona izin vermeyecektim.
Yavaş yavaş yürüyerek geri döndüm. Cebimden anahtarları çıkardım. Apartmanın kapısını açıp yine merdivenlerden ikişer ikişer çıktım. Evden listeyi alıp merdivenlere yöneldim. O sırada arkamda bir kapı kapandı. Sesi duyduğum anda beynim fişi takılmış bir makine gibi ihtimaller üzerinde çalışmaya başladı. ‘’ Ya o’ysa??’’ .. ‘’ Yok canım daha neler. Herhangi bir insan sabah evinden çıkamaz mı? ‘’.. ‘’ Ah hadi ama! Seninle aynı katta 3 daire var. İlkinde sen oturuyorsun. İkinci dairede 60larında bir çift oturuyor. Üçüncü dairede ise o var. ‘’ Hayır arkama bakmak istemiyordum. Eğer o ise ne derdim? Eminim yüzüm renk değiştirirdi ve doğru düzgün konuşamadan o çekip giderdi. Bende depresyona girer hayatımın sonuna kadar asosyal bir insana dönüşürdüm.
Bu düşünceler beynimi kemirirken son merdivenden de indim. Ayak sesleri 2 3 adım arkamdan geliyordum. Kapıyı açtım. Her kimse biraz kibarlık her zaman iyiydi. Kapıyı açtım ve arkamdakinin geçmesi için tuttum. Arkamdaki gerçekle yüzleşmeye korkuyordum. Karşıdaki parka dikmiştim gözlerimi. ‘’ Teşekkürler’’ dedi kadife gibi bir ses. Oydu! Hemen yanımda dikiliyordu ve bana gülümsüyordu. Beynim bu sırada ‘’ Ben sana söylemiştim ‘’ diyerek dalga geçiyordu benimle. ‘’ Önemli değil ‘’ demek istedim ama sesim beklediğimden de kısık çıktı. Ben bile zor duymuştum. Bu kez daha geniş gülümsedi. Donmuş muydum? Niye hareket edemiyordum. ‘’ Hey! Nereye gidiyorsun? ‘’ bana mı sormuştu?
‘’ Ben mi ? Şey.. ben – nereye gidiyordum ki – kahvaltı için alışverişe gidiyorum..’’ ‘’ En yakındaki market 1 km uzakta biliyorsun. İstersen seni bırakabilirim. Sete gitmeden önce 15 dakika fazladan vaktim var ‘’ dedi ve gülümsedi. ‘’ Olur , teşekkür ederim. Beni ve bacaklarımı kurtardın. ‘’ Yine saçmalamaya başlamıştım. Benim yorgun bacaklarım şu an bahsetmem gereken son şeydi.
Garaja kadar yürüdük. Kafamı kaldırıp bakmaya utanıyordum. Çünkü onun yüzüne baktığım zaman az çok yüzümün şeklini tahmin edebiliyordum. Ya ağzım açık onu izlerdim yafa 32 diş sırıtırdım. Buna gerek yoktu. Yanımdaki gölgesini görmek bana yetiyordu.
Garaja geldiğimizde arabasının kapısını açtı. ‘’ Bin ‘’ diye emretti. Ön koltuğa oturdum. Hemen bir CD yerleştirip bilmediğim bir şarkıyı mırıldanmaya başladı. Sesi biliyordum. Van Morrison. Arabayı incelemeye başladım. Çok sade bir arabaydı. Milyon dolarlık bir oyuncuların altında Ferrari yada Jaguar görmeye alışkın olduğumdan bu basit lacivert Ford arabayı garipsemiştim. Gözlerini bana dikti. ‘’ Umduğun kadar lüks değil, değil mi? ‘’. Ne cevap verebilirdim. Yakalanmıştım. ‘’ Hayır .. Ben sadece… Neden bu kadar küçük bir apartmanda yaşadığını ve böyle basit bir araba kullandığına anlam veremedim. Sonuçta sen son 2 yıldır en çok aranan oyunculardansın. Ve filmlerden çılgınca para kazanıyorsun. Daha iyi şartlarda olmanı beklerdim. ‘’ İtiraf edeyim dün uyuyamadığım saatlerde bilgisayarımdan biraz araştırma yapmıştım. Robert Pattinson hayran siteleri, ödüller, ona deli olan kızlar.. Bu dünyada ondan haberi olmayan tek dişi bendim sanırım.
Bu sırada arabayı kenara çekti. Soruma cevap vermemişti. ‘’ Sanırım geldik. Umarım daha sonra tekrar konuşabiliriz. ‘’ diyerek gülümsedi. Yine yapmıştı. Bu dehşet gülümsemesiyle beni büyülüyordu. O güldüğünde ben her şeyi unutuyordum. Şu anda arabadan inmeyi unuttuğum gibi. Saatine bakınca utandım. Onu meşgul ediyordum. ‘’ teşekkür ederim. Seninle tanışmak ve konuşmak güzeldi’’ dedim ve arabadan indim. Ben marketin kapısından girene kadar araba oradan uzaklaşmadı. Bir an için arabaya koşup ona sarılmak istedim. Ama o zaman benim diğer hayranlarından ne farkım kalırdı ki?
Soruma cevap vermedi ama ben anlamıştım. O ünlü hayatından çok ünlü olmadan önceki hayatını ve gizliliğini istiyordu. Etrafında çığlık atan hayranlar yada çılgın paparazziler değil.
Kendi kendime güldüm. Eminim Josephine onu gördüğü zaman 4 oktavlık bir çığlık atmıştır. Şimdi neden onu görünce o kadar soğuk bir tavır takındığını tahmin edebiliyordum. Madem oyunu böyle oynamak istiyordu. Tamam bende vardım. Ona özgürlüğünü verecektim…

1 yorum:

Profösör dedi ki...

Güzellll... Güzell!