18 Ocak 2010 Pazartesi

Bölüm 13

“Melanie!” dedi annem ve babam aynı anda. Üzerime dökülen sıcak kahvenin acısıyla ve duyduklarımın şokuyla çırpınıyordum. “İyiyim,iyiyim. Başım döndü biraz. Uçaktan olsa gerek. Etrafı batırdım.” Clare oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Bana yardım etmeye başladı. Beraber etraftaki bardak kırıklarını topladık. Annem, babam ve Richard politika gibi sıkıcı konulardan bahsediyorlardı. Clare’nin de sıkıldığını anladım.

Temizleme işi bittiğinde “İyisin değil mi hayatım?” diye sordu Clare. “İyiyim Bayan Clare. Teşekkür ederim.” “Ah lütfen, bana sadece Clare demen yeterli. Seninle çok iyi dost olacağımızı hissediyorum.” Samimi bir şekilde gülümsedim bende. Onun da bu oyundan haberi var mıydı acaba merak ettim. Acaba benim oğullarının sevgilisi olduğumu biliyorlar mıydı? Tam olarak emin olamadım çünkü bana anlayabilmem için hiçbir sinyal göndermediler. Ne Clare bana dik dik baktı, ne de benimle o konu hakkında konuşmak istedi. Tüm gece boyunca arkadaşlarımdan, hoşlandığım filmlerden, müziklerden, giyim tarzından bahsettik. Aramızda yaş farkının çok olmasına rağmen sanki aynı yaşta gibiydik. Zevklerimiz neredeyse aynıydı. Mükemmel bir espri anlayışı vardı ve beni neredeyse gülmekten ağlatacaktı. Bu kadar harika bir kadının bu kadar harika bir oğlu olmasına şaşırmadım demek doğru olurdu heralde.

Akşam yeni komşularımız gittikten sonra sıra annem ve babama hesap sormaya gelmişti. “Siz ikiniz hemen buraya gelin!” önce ne cevap verdiler ne de yanıma geldiler. Bu kadar kolay vazgeçecek değildim. Babam benim Rob ile olan ilişkimi ne zaman öğrenmişti de bu evi ayarlamıştı? İlk defa adını ve ünvanını kullandığını düşündüm. “Anne, baba size sesleniyorum. Bana bir açıklama yapmak zorundasınız!” El ele tutuşarak geldiler yanıma. Böyleyken liseli gençler gibi görünüyordu ikisi de. Koltuğa oturup beni süzmeye başladılar. Ben de sanki sorgu yapan bir polis memuru gibi bir sağa bir sola gidip geliyordum. “Evet, anlatın bakalım. Bu ev kimin fikriydi?” Annem utanarak elini kaldırdı. “Tahmin etmiştim. Peki sen ne zamandır biliyorsun bizim ilişkimizi? Tanrım o an ne kadar utandığım hakkında bir bilgin var mı senin? Ya Clare benden hoşlanmasaydı? Ya benim paranoyak bir aşık olduğumu düşünseydi o zaman ne olurdu?” “Ah biraz rahatla hayatım. Bence her şeyi abartıyorsun. Babanla toplantılara geldiğimiz zaman senin ona ilgin olabileceğini tahmin etmiştim. Daha sonraları bu tahminimin doğru olabileceğini düşündüm. Bu sırada baban internette bu evin ilanını görmüş. Evi incelemek için geldiğinde komşularla tanışmış ve onların seninkinin anne babası olduğunu öğrenmiş. Gerisini tahmin edebilirsin. Baban beni aradı ve bende bunun senin için mükemmel olacağını düşündüm.” Babam gururlu gururlu gülümsüyordu. “Hala bize kızgın mısın tatlım?” diye sordu otoriter ses tonuyla. “Hayır değilim. Ve sanırım size teşekkür de etmem gerekiyor.” İkisi de umursamaz bir ifadeyle omuzlarını salladılar. Kıkırdadım. “Bu gecelik bu kadar yeter. Ne dersiniz, artık yatalım mı?” birbirlerini sevmekle çok meşgul oldukları için bana cevap vermediler. Bende gözlerimi devirip odama çıktım.

Odam aynen Los Angeles’daki odam gibi dekore edilmişti. Yatağım pencerenin yanındaydı, karşısında da benim için ideal boyutlarda bir televizyon ve DVD oynatıcı vardı. Televizyonun altındaki rafa Los Angeles’dan getirilen DVD’ler yerleştirilmişti. Bilgisayarım hemen çaprazda masanın üzerinde duruyordu. Tüm eşyalarım açık mavi odayla uyum içindeydi. Beyaz tüllerin asılı olduğu pencereye doğru ilerledim. Tülleri kaldırıp karşı eve baktım. Perdeleri kapalı bir oda vardı. Gözlerimi kapatıp o odanın Rob’un olmasını diledim. Kendimi yatağa bıraktım.

Uyumadan önce Rob’un sesini duymak iyi gelebilirdi bana. Acaba onun da haberi var mıydı bu küçük oyundan? Telefonumu çıkarıp mesajlar bölümüne girip numarasını tuşladım. “Hey, bu kadar çabuk unutulacağımı sanmıyordum!” Sanki telefonun başında bekliyormuş gibi anında cevap geldi. “Tabi ki de unutmadım. Anlat bakalım neler yapıyorsun? Ev nasıl?” haberi yok gibiydi. Biraz dalga geçsem bir şey olmazdı herhalde. “Ev çok şirin ve yeni komşularımızla tanıştım. Çok tatlı bir çift. Ayrıca benden iki yaş büyük bir oğulları varmış. Babam oğlunun çok yakışıklı olduğunu anlatıp durdu tüm gece…” Cevabını merak ettim. İlki kadar çabuk cevap gelmedi. Acaba onu üzdüm mü derken cevap geldi. “Hımm, senin için sevindim. Orada yalnız çekmezsin. Tabi ki benden vazgeçmek istersen seni anlarım.” Ne saçmalıyordu bu şimdi. “Hikayenin tamamını duymadın daha. Çiftin adları Clare v e Richard. İkisi de oldukça özel insanlar. Özellikle Clare, onu o kadar çok sevdim ki. Tüm akşamı sohbet ederek ve gülerek geçirdik.” Bakalım buna ne cevap verecekti.

Uzun süre bekledim cevap gelmedi. Uyumaya hazırlanırken telefon çaldı. Bu kez mesaj atmamıştı ama arıyordu. “Melanie, bana hikayeyi baştan anlatmak ister misin?” “Merhaba Rob, çok iyiyim evet biliyorum bende seni çok özledim ve evet seni çok seviyorum. Sorduğun için teşekkür ederim.” Dedim imalı olarak. “Özür dilerim tatlım. Ama şu an çok şaşkınım. Sen Clare ve Richard dedin ve bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?” bıkkın bir nefes verdim. “Evet çok iyi biliyorum. Bütün akşamı senin ailenle beraber geçirdim. Ve sanırım şu anda penceremden baktığımda senin odanı görüyorum. Annem bizim aramızdaki ilişkiyi öğrenip babama söylemiş o da internette bu evi görmüş. Daha sonra evi incelerken sizinkilerle tanışmış. Anneme haber vermiş. Annemde benim için harika olacağını düşünmüş. İşte hikayenin kısa özeti bu.” Rahatsız edici bir sessizlik oldu. “Vay, demek Londra’da bile beraberiz. En yakın zamanda gelmeye çalışacağım emin ol. Bu arada saat farkına alışmam gerekiyor. Şu an uyuyor olman lazım senin. Kendini yorma ve kalbime iyi bak. Seni seviyorum prenses.” Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. “Bende seni seviyorum Rob. İyi geceler yada günaydın. Her neyse. Seni seviyorum.” Telefonu kapattım.
Artık gönül rahatlığıyla uyuyabilirdim. Bu gece kabus görmeyecektim çünkü mutluydum. Ondan uzakta olsam bile sanki ruhu benimleydi. Onu yanımda hissedebiliyordum. Varlığını hayal etmek çok kolaydı. Gözümü kapattığımda onu yüzünü görüyordum. Ve o varken, benim dünyamda kabuslara yer yoktu. Müthiş bir huzurla uykuya daldım.
* * *

Sabah uyandığımda hava bulutluydu. Gökyüzü griydi ve hava oldukça soğuk görünüyordu. Camdan bakıp homurdandım. “Hayatım demek uyandın.” Annem gelip perdelerimi sonuna kadar açtı. “Buna alışsan iyi olur. Burada güneş pek kendini göstermez. Alışmaya çalış.” Göz kırpıp odadan çıktı. Dolabın karşısına geçtim. Gri uzun kollu tişörtümün üzerine mavi hırkamı ve kot pantolonumu giydim ve kahvaltı için aşağı indim.

Annem ve babam çoktan kahvaltılarını yapmışlardı. Benim için masanın üzerine bıraktıkları sandviçi alıp bahçeye çıktım. Elimle çimenlere dokundum. Islak sayılmazlardı. Bende kendimi çimenlere bıraktım. Hem etrafa bakıyor hem de kahvaltı yapıyordum. Çimende ayak sesleri duyunca arkama döndüm. “Selam.” Dedi. Elini bana uzatmış bekliyordu.

Hiç yorum yok: