4 Ocak 2010 Pazartesi

Bölüm 1

İngiltere.. Amerika’da ki evimden sonra çok yabancıydı bu kent bana. Daha yeni ayak uydurmuşken yeni bir kültür. Yeni insanlar, yeni bir çevre, yeni bir okul… Ne zaman bitecekti bu yolculuklar..
Babamın mesleğinden ötürü – kendisi büyük elçidir – 2 yılda bir taşınmak zorundayız. Ne zaman güzel arkadaşlar edinsem , onlara alışsam ayrılmak zorunda kalacağımı bilirim. İlk başlarda bu beni pek ilgilendirmezdi. Sosyal bir insandım. Ama giderek arkadaşlarımdan ayrılmak bana büyük bir acı vermeye başladığında arkadaş edinmemeye karar verdim. Giderek içime kapanık bir insana dönüştüm. O’nunla tanışana kadar.
O benim hayatımdaki ilk erkekti – o zamanlar ilk ve son olduğunu nereden bilebilirdim - . Amerika’ya taşındığımız ilk aydı. Babama bir arkadaşı Los Angeles’da bir apartman dairesi önermiş, biz de oraya taşınmıştık. Apartmanda arkadaşlık kurduğum bir kız vardı. Josephine. Onunla boş vakitlerimizde evde oturur film izlerdik. Bir gün elinde bir DVD ile geldi. ‘’ Bunu izledin mi? ‘’ diye sordu. DVD yi elime aldım. Başlığı okudum. ‘’ The Twilight Saga ‘’ . ‘’ Hayır. ‘’ diye yanıt verdim. Bana soran gözlerle bakmaya başladı. Sanki izlememem büyük bir ayıpmış gibi. Hemen televizyonu açıp DVD yi yerleştirdi. Film başladı. Josephine film boyunca tek kelime etmedi ama zaman zaman yüzüme bakıyordu. Sanırım tepkimi ölçmek istemişti. Dürüst olmak gerekirse başroldeki çocuk – Edward Cullen – tam anlamıyla nefes kesiciydi. Yürüyüşü, bakışları, gülüşü… Film bittiğinde Josephine ‘’ Eee, ne düşünüyorsun? Çocuk çok hoş değil mi? Ahh Robert Pattinson.. Çok yakınımda ama ona asla ulaşamıyorum. Onunla bir gün geçirmeyi o kadar çok isterdim ki..’’ dedi. Şaşırmıştım . Çok mu yakındaydı? ‘’ Evet çocuk çok hoş. Ama çok yakında derken neyi kast etmiştin anlayamadım? Yoksa onu tanıyor musun? İnanamıyorum eğer öyleyse çok şanslısın! ‘’ Heyecanlanmıştım. Robert Pattinson’la tanışmak . Vay! Onu bir filmde göreli 15 dk. olmuştu , ama yıllardır ona aşıkmışım gibi hissetmeye başlamıştım bile. Şimdi Josephine’ye filmi izlemediğimi söylediğimde neden bu kadar şaşırdığını anlamıştım. Bu filmi izlememek bir pırlantayı çöpe atmak gibi bir şeydi.
Benim beynim bu sorularla uğraşırken Josephine’nin hala sorumu yanıtlamadığını fark ettim. Öksürdüm ‘’ Afedersin ama hala bir yanıt bekliyorum. Çok yakında derken ne demek istedin? ‘’. Bir anda ayağa kalktı. Kolumdan tutup beni odama götürdü. Pencereyi açtı ve çapraz daireyi işaret etti. Aklım karışmıştı. ‘’ Eee. Ne demek bu? ‘’ sordum. ‘’ Hala anlamadın mı şapsal! Aynı apartmandayız. Hemde çapraz dairede. Siz buraya taşınmadan 5 ay önce taşındı. O kadar sessiz sakin taşındı ki. Eşyalarını taşıdığını bile göremedik. Oraya biri taşındığını ancak annem söylediğinde fark ettim. Daha sonra bir gün apartmanda karşılaşınca anladım. O çok yakışıklı farkındayım. Birkaç kez gidip selam vermeye çalıştım ama her seferinde yüzüme bakmadı ve utandım. İnsanlara sanki düşmanmış gibi yaklaşıyor. Klasik ünlü işte !!! ‘’ . Klasik ünlü işte .. Onun bu görüşüne katılmıyordum. İçimden bir ses onun aslında çok sıcak kanlı olduğunu, böyle davranmasının başka bir nedeni olduğunu söylüyordu.
Başımı kaldırıp daireye baktım. Pencerelerde perde yoktu. Duvarlar boştu. Sadece bir gitar görünüyordu pencereden. Evin içini hayal etmeye çalıştım. Bir koltuk, bir lamba, çift kişilik kocaman bir yatak – oyuncuların çok yorulduklarını biliyorum - . Ama bu çok saçmaydı. Daha bir kez bile karşılaşmamıştık. Onun varlığından 30 dakika önce haberim olmuştu. Böyle şeyler düşünmemeliydim. O bana çok uzaktı. Soğuk , zengin, yorgun bir film yıldızı. ( Ayrıca çok yakışıklı!)
O gece yatağa yattığımda uzun uzun düşündüm. Belki onunla karşılaşırsam tanışabilirdim. Filmde hayranlıkla izlediğim gülüşünü canlı canlı yaşayabilirdim. Bu düşünceler beni rahat bırakmadı. Ne yaparsam uyuyamadım. Kalbim nedense bir garip çarpıyordu. Saate baktım. 03:45. Sabah olmak üzereydi. Kalktım. Cama doğru yürüdüm. ‘’ Bu çok saçma , bu çok saçma ‘’ diye söylendim kendi kendime. Bu saatte onun evine bakıp ne görebilirdim ki. İğrenç paparazziler gibi hissettim bir an kendimi. Bu düşünce gülmeme sebep oldu. Elinde son model kamerasıyla ünlülerin evlerini dikizleyen o paparazziler. Eğer çapraz dairenizde özenerek yaratılmış , dünyadaki en muhteşem erkek varsa bu kadar da kötü bir fikir değildi .
Perdemi açtım. O da neydi? O muhteşem yaratık camı açmış sigara içiyordu. Kıyafetleri gündelikti. Sanki eve yeni gelmiş gibi. Yorgun görünüyordu. Sigarasından derin bir nefes aldı. O kadar kusursuz görünüyordu ki. Ağzım açık izlediğimden emindim. O anda başını kaldırdı ve bana baktı. ‘’ Lanet olsun! ‘’ diye geçirdim içimden. Hemen geri çekildim . 2 saniye de olsa göz göze gelmiştik. Utanmalı mıydım, sevinmeli miydim? Ah bilmiyorum, ama o gerçekten buradaydı. Hemde bana bu kadar yakındı. Derin bir nefes aldım ve onun penceresine baktım. Hala oradaydı. Benim pencereme bakıyordu. Acaba nasıl görünüyordum. Saçlarım nasıldı? Korkunç olduğum kesindi. Hafifçe gülümsedi. Tanrım! Tahminimden de etkileyiciydi. Bende hafifçe gülümsemeye çalıştım ama 32 dişimi göstererek gülümsediğimi fark ettim. Olamaz. İlk kez onu görüyordum ve kendimi rezil etmek üzereydim. Sigarasını söndürdü. Hala ona bakıyordum. Ellerini yanağının yanında birleştirdi ve başını yana eğerek uyku anlamına gelen işareti yaptı. Bende aynı işareti yaptım. Sonra pencereden kayboldu. Bende perdemi kapatıp yatağıma döndüm. Bu gece uyuyamayacağım kesindi. Acaba yarın gece ne olacaktı? Onunla karşılaşacak mıydım? O muhteşem varlığın rüyama girmesi için dualar ederek yatağıma yattım..

3 yorum:

Gio Ve dedi ki...

I arrived here just surfing. Congratulations on Your nice site and best wishes from an Estonian living in Italy

flightlessbrd dedi ki...

Thank you!

Profösör dedi ki...

İyi bir üslup. Devam ediniz pl.